24 Ocak 2011 Pazartesi

Uğur Mumcu öleli 18 yıl oluyor

Uğur Mumcu katledildiğinde doğan çocuklar bugün reşit birer yetişkin oldular. Canım ülkemde adalet henüz emekleyemedi.

13 Ocak 2011 Perşembe

Anayasa Mahkemesi Süper Temyiz Mahekemesi

Yargıtay başkanı Hasan Gerçeker, Anayasa Mahkemesinin süper temyiz mahkemelerine dönüştürüldüğünü söyledi. Elbette ki hükümetten yalanlama gecikmedi. Süperler mıknatısı hükümetin süper lafına kaşıntısı olduğu zaten bildiğimiz alıştığımız bir durum.


Nedir bu süper temyiz mahkemesi olayı? Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkı tanınındı. 150 Türk Lirası olan herkes, yasama veya idari, yani RTÜK yasası yahut başbakanlığın RTÜKle ilgili idari işlemleri hariç, bireysel her türlü davayla ilgili Anayasa Mahkemesine başvurabilecek. Yasal her türlü yolun tüketilmiş olması şartıyla. Yani, bir dava açacaksınız, kaybederseniz, Yargıtay ya da Danıştay yoluyla temyize gideceksiniz. (temyiz dilimizde yanlış kullanılan bir kelimedir. Biz temyizi "usule uyugunsuzluk veya kanuna aykırılık gereği tekrar görüşmek olarak kullanıyoruz) Temyiz sonucunda bir üst mahkeme, 1. derece mahkemenin kararının usule ya da kanuna uygunluğunu onayacak ya da bozacak. Bu durumda karardan hoşnut kalmazsanız, işte süper temyiz mahkemesine başvurma sıranız gelmiş olacak. Neden? Çünkü yıllarını vermiş ülkemiz yargıçları yeterince süper değiller.


Bir davanın yargıtayda bekleme süresi nedeniyle tekrar hortlayan Hizbullah yetmedi hükümete. Tutukluluk süresini kısaltmaya çalışıyoruz gibi bir gerekçe de duymadım hiç yetkililerin ağzından. Bakınız anlamayan kafam neler anladı: Artık ağır ceza ve asliye hukuk davaları söz konusu olduğunda, bekletilen tutuklular, ki ülkemizde tutuklu sayısı mahkum sayısından daha fazla, eğer katil, terörist veya nitelikli dolandırıcılarsa, temyiz üzerine temyizle, tutukluluk sürelerini uzatacaklar. Çünkü ülkemizde hala yargı süresini hızlandırmak söz konusu değil. Tutukluluk süresi yasal çerçevede dolanlar salıverilecek. 


İleri görüşlü devlet büyüklerimizin bireysel silahlanmanın kolaylaştırılması ve silah edinme yaşının düşürülmesini öngören yasa tasarısını hazırladıklarında, kendini katilden savunmak için katil olunmalı mantığıyla halkımızın güvenliğini düşündüklerine şüphe yok. 


Süper yetkili savcılar var. Süper yetkili bir başbakanımız var, son yetkisi tek başına RTÜK olmak, yani sansür. Süper milletvekillerimiz var, dokunulmazlık diyince ödleri kopuyor. Süper olmayanlar eziliyor bu ülkede, süper olmak için şans oyunlarına sarılıp zengin olmak istiyorlar. Yasalardan kaçıyorlar bir süper yasa koruyucusunun eline düşmekten korktukları için. Süper orantısız polis gücümüz var. Bir ara süper liselerimiz bile vardı. Süper mahkemelerimiz de gelirse, "süper adalet mülkün temelidir" olarak değiştiririz artık Ata'nın sözünü.

10 Ocak 2011 Pazartesi

Muhteşem Yüzyıl

Söz konusu tarih olunca pimimiz çekiliyor. İyi ki ülkemizde sansasyon denilen bir olgu var. Olmasa, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi toplum genetiğimiz üzerinde oynayamayacağız.

Turnike yarışma programında Güner Ümit "kızılbaş" demeseydi, aleviler hala toplumda tırnaklarını yiyen korkaklar olacaklardı.

Yumurtaya can veren Rabbimin, o yumurtaya şiddet de verebileceğini düşünmeseydi biri, meslek hanesini "öğrenci" diye işaretleyen kesim hala üniversitenin asıl ses çıkarması gereken yer olduğunu duyuramayacaktı.

Hürrem Sultanı o kadar şikayet etmediler. Halbuki şimdi bir padişahın ve şanlı tarihin kaderinin kadınların elinde olmasından rahatsız olduğunu bildirip şikayet eden kesim, asıl o dizide, şanlı tarihimizin kaderinin bir kadının ellerinde olduğunu apaçık senaryolaştıran dizide şikayetçi olmalıydı. Ama sansasyon için yeteri kadar ünlü ekibi, yeteri kadar göğüs dekoltesi ve yeteri kadar muteşem bir ismi yoktu. Üstelik, gösterime girdiği dönemde diziler bu denli halkı hipnoz aracı değildi.

Ülkemizde halka "alkol bütün kötülüklerin anası", "verginizi zamanında ödeyin" tarzı mesajların, yahut öğrenciliğin çoktan seçmeli sınavlara indirgendiği günümüzde çocuklarımızın fişlenmemesi, düzgün etiketlenmesi için "nurcuların dershanelerine, mafyaların servis şirketlerine, AVMlere"yollamanın öneminin vurgulandığı sitkomlar yaygınlaştıkça kriz bizi ne kadar teğet geçti değil mi?

Peki ya bir gece için 150.000 teklif edilen, ağalı, kumalı, aşiretli, töreli, cinayetli dizilerin çok eşlilik, silahla cinayet, şans oyunları oynama sayılarıyla doğru orantılı olarak artması?

Kentlere göçler arttı, işsizlik arttı, derken göz boyayan ihtişamlı paralı, lüks arabalı, güzelli, yakışıklılı diziler arttı, ve zaten o ihtişamlı karakterler gibi sosyalleşemeyen halk evde oturup bu zengin hayatları izlemeye başladılar.Behlül'ün duvarındaki Eyfel Kulesi resmi, Bihter'in kokusu, Ezel'in gözlüğü, Polat'ın ceketi, Asmalı Konakın hanımının şalı, onun gömleği, bunun saçı..

Muhteşem Yüzyıl neden bu kadar fırtına kopardı? Bir kadının bir gece için 150.000 dolar alması da fırtına koparmıştı, ama ne başbakan bunca faşist bir önlem almıştı ne de ülkemizde Kürt meselesinden daha vahim olan namus meselesi 'dizi yayından kaldırılsın'a kadar ilerlemişti.

Ben sansasyon olmasına seviniyorum. Çünkü kime sorsanız, Kanuni'nin kaçıncı padişah olduğunu, kaç yıl hüküm sürdüğünü, ya da en basitinden, kendisini muhteşem yapan işlerden birkaçını söyleyemez. Ama şimdi öğrenecekler. "Haaa" diyecekler, "o da neticede insanmış."Artık bir padişah, sırf Türk tarihinin bir parçası diye aseksüel olamayacak. Artık" ben tarihi oldum olası sevmem" kesimi de mecburen bişeyler öğrenecek. İşin en güzel kısmı, hem tarihi bilmeyip hem şanlı tarihe lek sürdürmeyenler sayısında gözle görülür bir azalma olacak. Neticede bu ülkede "bölünme bile konuşulabilir, yeter ki şiddet olmasın" şeklinde yorum bile yapıldı. Artk konuşuyoruz.

Sansasyonun hükümet kanadında sevinmediğim yönü şu oldu. RTÜK kanununda değişiklik yaparak, başbakanın veya görevlendirdiği bir bakanın program kapatma yetkisi alması. Atatürk Can Dündar tarafından savaş anında bile kadın düşünen, paragöz, ikiyüzlü gözterildiğinde hiç rahatsız olmayan hükümet, Mustafa filminde aynı hasasiyeti gösterseydi, samimiyetlerine inanacaktım. Şanlı tarihimiz bu kadar hassas bir konuydu madem, madem bir padşahın hareminin olması bu kadar üzücü bir durum ve aslında cihatın önderinin kadınları olamaz, neden o zaman bu hükümetin mensubu olduğu islamik kesimde çok eşlilik bu kadar yaygın, en muhafazakar ili en çok içki tüketiyor ve en çok porno izleyen kesim onlar?

3 Ocak 2011 Pazartesi

Necmettin Erbakan 2. Murad Rolünde

Dün Radikal Pazarda Ezgi Başaran'ın "gülümsetme" vaadiyle yayınladığı bir Necmettin Erbakan röportajı vardı.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=1034839&Date=03.01.2011&CategoryID=78

Bu röportajda, özetle Erbakan siyasette tek rakibi AKPnin şuursuz bir kadrolaşma olduğunu, dini saptırdığını, yeniyetmelikleri yüzünden ülkenin altımızdan kaydırıldığı için -kendi örneğini verirsem-, Fatih'in deneyimsizliğine karşı 2. Murad'ın tekrar başa geçme teşebbüsü gibi, bir "baba" vasfıyla ülkeyi kurtarmak üzere geri döndüğünü anlatıyor.

Röportajı okurken gülümsediğimi hatırlamıyorum. Bilakis, suratımın asıldığını hatırlıyorum. Erbakan'ın, ülkenin sanayileşmesi için yaptığını söylediği onca şeyden sonra, şuursuz addettiği hükümetin, tüm bu çabaları sattığını söylediği kısmında. Bu çok zeki adamın bana hatırlattığı tarih hiç de gülümsetmiyor çünkü.

Erbakan'ın vurgu yaptığı tarihte 2. Murad, tecrübesiz genç bir liderle genç bir ülkeyi, bir dünya imparatorluğu yapma öngörüsüyle, padişahlıktan kendi isteğiyle vazgeçen tek hükümdar olmuştu. Nitekim Fatih ünvanına kavuşacak olan oğlu, ülkeyi ekonomik ve ilmi açıdan çok da ileri taşımıştı.

İlmi derken kastettiğim, daha teknolojik matbaa ya da sanayi devriminde daha ileri düzeyde buharlı makineler değil elbette. 18. yyda sanayi devrimi yaşanırken, halkı dinle uyutan, tanrıcılık oynayan bir cemiyete dönüşen taht, ilmi ancak, başkasının üretip kendisinin hazır bulduğu ürünler olarak bildi. Alınları secdeye değerken önlerinden akan tarih bugün hala aynı şekilde akıyor. Şöyle ki;

O zaman da batıda yeni şeyler oluyordu; batı makineler üretip bilgiyi çoğaltıyordu; Osmanlı torununun dışa borçlanmayla ekonomik özgürlüğü ve hatta tam bağımsızlığı elinden alınmıştı; tüm yenilikler ve icatlar hep batıda olur, burda yalnız parası olan alırdı ve üretim olmayınca sadece hammadde pazarı ve işsizlikle anılırdı ekonomi, şimdi de değişen bişey yok. Hatta sırf bu sebeplerden dolayı, o zaman da kaynaklarımız sömürülüyordu, şimdi de sömürülüyor.

Geçmişte de dışardan gelen teknolojiyle rekabet edemiyorduk, şimdi de edemiyoruz. Üstelik daha kötüsü var, gümrük vergisi yabancıların değil, yine kendi vatandaşımızın sırtına yük. Tıpkı kapitülasyonlar sayesinde yabancı tüccarların daha karlı olması gibi.

Etnik köken milliyetçiliğini yaygınlaştıran ittifak devletlerinin nasıl başarılı olduğu ve Orta Doğu ve Balkanlarda bize ne büyük toprak kayıpları yaşattıklarına değinmeyeceğim. En azından bu seferlik. Her ne kadar Erbakan tarihin bu tekerrürünü de anımsatmış olsa da.

Benim büyük resmi görmekle ilgili bir takıntım var. Ama sıradan bir vatandaş olarak elbette imkansız. Ama oturmuş kafamı kaşıyorum. Kaşındıran sorularım var çünkü. "Benim adım Kemal, ben yaparım" diyen adam lider gömleği ödünç gibi duran yapıştırma bir başkanken, Erbakan yeterince genç değilken; Erdoğan da Abdülaziz olmuşken, Apo'nun kendine Mustafa Kemal rolü biçmesine şaşırayım mı, yoksa Apoya bu cüreti veren Abdülaziz Erdoğan'dan mı tiksineyim?

1 Ocak 2011 Cumartesi

Yılmaz Özdil sayı saymayı öğrenir

1 ocak

1 ocak 1958, ab kuruldu.

1959, türkiye başvurdu.
1960-ihtilal
1961
1962
1963
1964-cengiz topel şehit1965
1966-İnönü "ortanın solu" kavramıyla sosyal devlet hayalini gömer
1967-anadol otomobil
1968-ABD filosu İstanbul'a demirler
1969
1970
1971
1972-darağacında 3 fidan
1973
1974-"ayşe tatile çıksın"
1975
1976
1977
1978-katliamlar ve bombalar dinmez
1979-Abdi İpekçi katledildi
1980-"our boys did it!" 12 eylül darbesi
1981
1982
1983-sivil hükümete nihayet geçiş
1984-PKK eylemlerinin başlangıcı
1985
1986
1987
1988
1989
1990
1991
1992
1993-"uğur'lar olsun"
1994
1995
1996-susurluk kazası
1997-"aydınlık için 1 dakika karanlık"
1998-RP'nin kapatılması
1999- bebek katilinin yakalanması-17 ağustos depremi
2000
2001-ekonomik kriz
2002-AKP iktidarı
2003-eurovizyon birinciliği 
2004
2005
2006
2007-Hrant Dink suikastı
2008-kriz bizi inşallah teğet geçecek
2009
2010
1 ocak 2011...''


Bakınız Hürriyet gazetesi yazarı Yılmaz Özdil'in boş bıraktığı yerlerde, fazla göze batmasın diye öylesine serpiştirdiğim olaylar arasında eurovizyon haricinde, aponun yakalanması da dahil, bir tane iyi olay var mı? Hala AB'ye üye olamayışımızı kendisi, bir gazeteci olarak neden özetleyemedi? Bertaraf edilmekten mi korkuyor? 


Etnik gruplara yapılan katliamları, emuhtıraları, militarist hükümet(ler)in suikastlara nasıl sessiz kaldığını, kapatılan partilerin tamamını, "ananı da al da git"leri bu listeye eklemedim. 


Bu tarih listesi uzamaya devam edecek. Büyükelçilik bombalamaları, krizin intihar bilançoları gibi eklemeleri, o zaman yapacağım. Depresyona girmeyelim diye.